

Sabah yazarları kongreyii yorumladı Dün AK Parti'nin 3'üncü Olağanüstü Kongresi'nde verdiği mesajlar, onun geçmiş 15 yıldan öteye gelecekteki yıllara dönük ağırlığının da işaretini veriyordu. Hangi durumlarda devletin taviz vermeyeceğini ve hangi hedeflerden fedakârlık edilmesinin söz konusu olamayacağını, çok açık bir dille herkese hatırlatıyordu. Erdoğan'ı dinlerken onun için "Muhtar bile olamaz" şeklindeki gazete başlığını atanları hatırlayıp, gülümsedim. Mehmet Barlas/Sabah Ak Parti 3. Olağanüstü Kongresi'ni dün Ankara'da gerçekleştirdi. Partinin en önemli kurumlarından olan MKYK listesi erken saatlerde belirginleştiği için asıl merakla beklenen Genel Başkanlığa dönen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yapacağı konuşmaydı. Bence, Erdoğan'ın 1 saat 45 dakikalık konuşmasında yakın döneme dair en önemli sinyal de teşkilatta yenilenme vurgusuydu. Melih Altınok/Sabah 16 Nisan'da kabul edilen referandum ile Türkiye'nin siyaset yapma kültürü ve matematiği büyük bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirdi. Bu nedenle, siyaset alanında gerçek liderlerin büyük bir beceri ortaya koyacakları, geniş kesimleri aynı gelecek ve hedef için bir araya getirmeyi başardıkları yeni bir dönembaşlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması, tüm farklı ses ve önerileri algılayacak, onları aynı hedef ve gelecek için bir araya getirecek yeni bir 'akıl'ın AK Parti'ye hâkim olacağını işaret ediyor. Bu nedenle, AK Parti'yi, tüm teşkilat yapısında büyük bir zihinsel dönüşüm bekliyor. Kerem Alkin/Sabah Cumhurbaşkanı Erdoğan "Nerede kalmıştık" diyerek besmele ile başladığı kurultaykonuşmasında parti içinde yorulanlara, yolunu kaybedenlere, geride kalanlara ince ince mesajlar verdi. AK Parti'nin mevzi kaybetmeyeceğini anlattı. Başına geçtiği partisinin yeniden reformun, hizmetin, demokrasinin ve değişimin adresi olacağının sözünü verdi. Kim dönerse dönsün kendisinin yolundan dönmeyeceğini söyledi. Allah ömür verdikçe millete hizmet etmeye devam edeceğinin altını çizdi. Erdoğan'ın konuşmasından anladığım şu: İçeride fitne çıkaranlara mukabele edecek. Dilek Güngör/Sabah AK Parti'de yaşanan şey, tam olarak bir "lider değişimi" midir? Değil mi ki Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra da AK Parti üzerinde etkili olmaya devam etti. Değil mi ki dün itibariyle AK Parti'nin kurucu liderine kavuşmasının önündeki yasal engel kaldırılmış oldu. Bunlar doğru. Fakat dün itibariyle "AK Parti sadece kurucu liderine kavuşmuş olmadı", aynı zamanda "AK Parti'de bir lider değişimi" yaşandı. Daha doğrusu AK Parti'deki "liderlik krizi" aşılmış oldu. Bu krizin Binali Yıldırım'la hiçbir alakasının olmadığını bir kez daha vurgulamak isterim. Bu nokta, bir siyasi partinin değişiminin arkasındaki ikinci faktördür. Yani, siyasi partinin sahip olduğu "sosyo-politik tabanın farklılaşması ve zenginleşmesi." Bakmayın siz bir grup imtiyazlı elitin "AK Parti'ye ağıtlar yakmasına". Yeni dönemde AK Parti çok daha geniş toplum kesimlerine seslenebilecek bir zeminde durmaktadır. Bir siyasi partinin değişimine yol açan üçüncü faktörse uluslararası siyaset alanında yaşanan yeni gelişmeler, çevresel şartların değişmesi, yeni fırsatlar ve tehditlerle karşı karşıya kalınmasıdır. 2010'dan bu yana küresel alanda yaşanan belirsizliklere ve bölgemizde yaşanan büyük kırılmalara muhatap olan bir parti var. Ne var ki bu parti söz konusu dış gelişmelere karşı stratejik önceliklerini yeterince formüle edemedi, bütün tabanına yayabileceği türden bir söylemsel berraklık üretemedi. AK Parti bugün bunu yapmak zorunda. Fahrettin Altun/Sabah Dün, Başbakan Binali Yıldırım'ın deyişiyle "Hasretin vuslata dönüştüğü" gündü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, mavi gömlek üzerine, sarı kravatı ile AK Parti'nin 16 yıl önceki kuruluş günündeki renkleri canlandırıyordu. Kongre'ye damgasını vuran görüntü tartışmasız "15 Temmuz" oldu. Dünyada ilk kez bir lider, milleti ile tek yürek, tek bilek halinde askeri darbeyi durdurdu. Zaten, "Yeni Atılım Dönemi"nin ana başlıkları olan "Demokrasi, Değişim, Reform" idealinin yaşanabilir olması da 15 Temmuz Ruhu'nda gizliydi. Emine Erdoğan Hanımefendinin kongre salonuna, gözlerinden iki damla yaş süzülürken girmesi, çok şey anlatıyordu. AK Parti'nin zorlu demokrasi yolculuğu bir film şeridi gibi gözlerinin önünden aktı. Haliyle, herkes duygu yüklüydü. Büyük aile, "Reis"ine kavuşuyordu. Okan Müderisoğlu/Sabah Bundan sonra ne olacak? 2002 sonrasında Akparti'yi büyük kitleler nezdinde çok güçlü bir parti haline getiren politikalar sürecek mi? Bu sorunun bence hiç akla gelmeyen bir yanıtı var. Hemen belirteyim. Türkiye kent burjuvazisi/büyük sermaye bugün ciddi yakınma içinde. Demokrasisorunlarımız olduğundan başlayarak (ki, elbette doğru) dış sermaye ithaline, AB konusuna kadar her alanda kısıtlama ve çıkmazlarımız olduğuna değiniyor. Geçerli saptamalar. Ne var ki, neden bu noktaya geldiğimizi iyi çözümlemek zorunlu. Hasan Bülent Kahraman/Sabah On binler Ankara'daki Arena Kapalı Spor Salonu'nda, milyonlar da ekranları başında bir tarihe tanıklık ediyordu. O salona on binlerin arasından geçip giderken, yeni bir heyecana ve adı konmamış bir değişim beklentisine de tanıklık ettik. Heyecanın nedeni belli, Cumhurbaşkanı Erdoğan partisine dönüyor ve AK Parti yeni bir doğuma hazırlanıyor. Mahmut Övür/Sabah Recep Tayyip Erdoğan'ın 1 saat 46 dakika süren dünkü kongre konuşması yine ilmek ilmek örülmüş tam bir politik satranç konuşmasıydı... Yorum yaptığım diğer bir alan olan futbol literatüründen iktibasla ifade etmek gerekirse adrese teslim dehşet asistler ve tam 90'a çakan müthiş gollerle doluydu Erdoğan'ın konuşması... Erdoğan'ı ister sevin ister sevmeyin, siyasal görüşünüz ne olursa olsun eğer realist bir insansanız kabul etmek zorundasınız ki futbol anlamında Diego Armando Maradona nasıl bir markaysa siyaset anlamında Recep Tayyip Erdoğan da öyle bir markadır... Futbol tarihini bilenler çok iyi hatırlayacaktır ki Maradona olmadan nerdeyse küme düşecek nitelikte bir takımdı Napoli... Napoli futbol kulübünü oyun kurucu futbol dehasıyla İtalya şampiyonu yapan Maradona'dır... Maradona da Erdoğan da ancak kural-dışı yani gayrimeşru faullerle durdurulabilecek aktörlerdir. Nitekim düşmanları hep bu gayrimeşru yollara tevessül etmek mecburiyetinde kalmıştır... Maradona da Erdoğan da kendilerinin bileklerine hunhar tekmelerle saldıranları çok klas hamlelerle önce savuşturup pasifize etmiş sonra da vakti geldiğinde onları kırmızı kartla oyunun dışına attırmayı bilmiştir... Erdoğan'ın siyasi tarzını eleştirenlerle Maradona'nın futbol tarzını eleştirenler arasında fark yoktur. Bu konuda edilen laflar komediden ibarettir... Maradona'dan ya da Erdoğan'dan dilediğiniz kadar nefret edin sonuç değişmez ve değişmeyecektir... Maradona'nın futbol tarzı, Erdoğan'ın ise politika tarzı takımını önce gollere sonra da galibiyete ve şampiyonluğa götürür. 2019'da da öyle olacaktır... Rasim Ozan Kütahyalı
Ve partisini iktidara taşıdıktan sonra kendisine kurulan komploları sıralamasını dinlerken, bu komploların arkasındaki kişileri düşündüm. Gezi Kalkışması'nın dışarıdan güdümlü eylemcileri, şimdi neredeler acaba? Ya "Açılım Süreci"ni istismar edip Güneydoğu illerine silah yığınağı yapanlar ve seçilmiş olmanın kıymetini bilmek yerine çukurlar kazarak PKK'ya yataklık eden HDP'li belediyeler, neredeler şimdi? 17-25 Aralık'ta emniyet güçlerini kullanarak darbe girişiminde bulunanlar... 15 Temmuz'da devletin silahlarını kendi halklarına karşı kullanan hainler...
Acaba Türkiye'nin geçmişinde bu tür bir kuşatma oldu mu hiç? İçeriden FETÖ'nün, dışarıdan başta PKK olmak üzere çeşitli terör örgütlerinin koydukları eylemleri bir hatırlayın... Rus savaş uçağını kim düşürdü acaba? Ne olduğu artık çok açık anlaşılan FETÖ'yü Amerika hâlâ neden himaye ediyor? Ya da PKK'nın uzantısı PYD'yi neden silahlandırıyor Amerika?
Bütün bu sorulara cevap aramak fazla anlam taşımıyor. Çünkü bütün bu sorularınhepsinin cevabını Tayyip Erdoğan hep verdi hâlâ veriyor. Eğer Tayyip Erdoğan olmasa acaba kim FETÖ ile böylesine kararlı biçimde mücadele ederdi? Ya da Almanya İncirlik konusunda rest çektiğinde Erdoğan'dan başka biri, "İsterseniz başka yere gidin" diyebilir miydi? Erdoğan'ı dinlerken bütün bunları düşündüm. Ve biliyorum ki, Erdoğan geleceğe de damgasını vuracak.
Bu mesajı da iki başlıkta değerlendirmek mümkün.
Birincisi gençleşme. Zira Türkiye'de kamuoyu nabzını hassas şekilde ölçüp ona göre refleks geliştirme kabiliyetine sahip nadir siyasilerden olan Erdoğan 16 Nisan analizlerini henüz masasından kaldırmış değil. Çünkü kendisi iktidara geldiğinde henüz çocuk olan dev kitleyle iletişim kurmanın 2019'daki seçimlerin anahtarı olduğunun farkında. Cumhurbaşkanı'nın, referandumda tabanın ve muhalefetin ciddi tepkilerine karşın seçilme yaşının 18'e indirilmesi konusundaki kararlılığı da bu perspektifin yansımasıydı.
İkinci başlıksa teşkilattaki revizyon ihtiyacı. Çünkü sözünü ettiğimiz, 15 yıldır ülkede iktidar olan bir partinin örgütü. Üstelik Erdoğan'ın fiilen uzak kaldığı 1000 gün boyunca zaman zaman koordinasyon sorunu yaşandığını da hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla 16 Nisan'da İstanbul ve Ankara gibi iki büyük kentte "hayır" oylarının gerisinde kalan teşkilatların yeniden yapılandırılması şart. Evet, anlaşılan o ki, bugüne değin yalnız başına "terleyen" Cumhurbaşkanı 2019'a kadar partiyi de epey terletecek. Ve bildiğiniz üzere seçmen epeydir bu enerjiye hasretti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son 14 yılda adeta efsanevi değişimlere imza atmış bir lider olarak, 16 Nisan'daki referandumun sağladığı değişimle, halkı ile tekrar bir araya geldi. Nitekim adaylığının açıklandığı dakikalarda salonda kopan sevgi ve coşku dalgası, AK Parti teşkilatı ve tabanının da Erdoğan'ı partinin lideri olarak yeniden genel başkan olarak görmekten büyük bir mutluluk duyduklarını teyit etti. Erdoğan'ın kadınlara ve gençlere yönelik çağrısı, 16 Nisan'la birlikte 'Yeni Türkiye'ye yelken açan Türk siyasetinin, Türkiye'yi 21. yüzyılda iddialı bir ülke, ekonomi yapabilmesinde üstlendikleri, üstlenecekleri rol açısından anlamlıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, son 14 yılda, Türkiye'yi pek çok dünya ülkesinden ayıran en önemli dönüşüm başarısının demokrasi ve güvenliği birlikte güçlendirme başarısı olduğuyönündeki tespitleri, geçmiş 16 yılda olduğu gibi, gelecek 16 yıl için de, AK Parti'nin Türk toplumunun hızla değişen yeni beklentilerine yine etkili çözüm üretme başarısına talipolduğunu da işaret ediyor.
80 milyon vatandaşını 1. sınıf vatandaş yapmak adına, Cumhurbaşkanımız etkili bir meydan okumayla ve kararlı bir şekilde, millete hizmet için yola devam çağrısı yaptı. 2003-2017 arası Türkiye Ekonomisi'ni 2.5 kat büyütmeyi başarmış olan AK Parti hükümetleri, Akıl Çağı'nın gerektirdiği tüm teknolojik imkânları, eğitim ve hukuk sisteminde 'demokrasi, özgürlük, gelişme ve refah'a odaklı reformlarla bezeyerek, Türkiye'yi gelecek 14 yılda 2.5 trilyon dolarlık bir büyüklüğe taşıyacak.
Haklı da... Çünkü fitne adam öldürmekten daha kötüdür. Türkiye'nin içeride ve dışarıda bu kadar düşmanla boğuşurken parti içindeki kavgalara ayıracak vakti de enerjisi de yok. Bu açıdan iktidarda bulunan AK Parti'nin de 2002ruhuyla tabir yerindeyse fabrika ayarlarına geri dönerek yeniden ülke adına bir diriliş hikâyesi yazması gerekiyor. İlk iktidara geldiği günkü gibi, ekonomide, siyasette ve dış politikada reformlarıyla, ilkelerinden ödün vermeden, değişimin teminatı olduğunugöstererek, hedeflerinin çıtasını yükselterek, işin sırrının millete hizmet olduğunu unutmadan hareket etmesi 2019'u da 2023'ü de 2071'i de görmesini sağlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması da kurultayda seçilen "Yeni atılım dönemi: Demokrasi- Değişim- Reform" başlığı da bu vizyonu gösteriyor. Bana göre, 21 Mayıs AK Parti'de fitne döneminin sona ereceği, ülke için güçlü sürecin başlayacağı bir gün olarak kayda geçecektir. Artık sen, ben değil, güçlü ve büyük Türkiye hedefi var. Herkes yeni Erdoğan dönemini böyle okusun lütfen...
Aksine Yıldırım, bu krizin aşılması yönünde çok ciddi uğraşlar verdi. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğu ve AK Parti genel başkanlığından ayrıldığı o 33 aylık dönem AK Parti'de bir "liderlik krizi"nin yaşandığı bir dönem oldu. Erdoğan'ın "hem lider olduğu, hem olamadığı" garip bir dönemdi bu. Hele ki partideki farklı çıkar hesapları, ikbal arayışları küresel alandaki "Erdoğansız Türkiye" projesiyle üst üste binince millet adına, devlet adına zor süreçler yaşandı. Bu zor ve garip dönemde Erdoğan devletin başı olarak çetin bir siyasi mücadele verdi.
Kurucusu olduğu partiden gerekli desteği göremediğini düşündü. Göremedi de. Ne var ki Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra verdiği bu çetin siyasi mücadelenin Türkiye siyaseti açısından önemli bir katkısı oldu. Yeni bir siyasal aidiyet ve dayanışma alanı inşa edildi. Liberal fantezilerin tamamıyla kovulduğu, Batıcı tahakküm araçlarının devre dışı bırakıldığı, yerli ve milli siyasetin keşfedildiği yeni bir siyasal aidiyet ve dayanışma alanı... Erdoğan'ın AK Parti'ye genel başkan olarak dönüşü, yani sembolik liderliğin yerini bir kez daha fiili liderliğin alışı bu yeni aidiyet ve dayanışma alanını partiye taşıyacak ve partiyi zenginleştirecektir.
Cumhurbaşkanlığı ile AK Parti Genel Başkanlığı'nın bütünleşmesi, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı büyük sınamaların aşılması için bir ihtiyaç değil, mutlak gereklilikti. Bu aziz millet, beka tehdidinin ancak büyük liderlikle aşılabileceğini gösterdi. İşte bu yüzden, 16 Nisan'da yeni sistemin önünü açtı. Yani, Kongre'nin gündemini de belirledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Nerede kalmıştık?" diyerek 998 gün sonra kongre sahnesine çıktığında, AK Parti'nin yükünü çeken kadınlara, çalışkan gençlere özellikle teşekkür ederek, nasıl bir yenilik hedeflediğini de özetledi: "Özünü koruyarak değişim!"
Ve en önemli mesajı... Terörle mücadele... FETÖ noktasında, "Kendi ülkesine ve milletine ihanet edenlerin gözünün yaşının bakmayız" dedi. PKK terörü ve destekçileri için "Bu milletin, bekası için ne yapacağını görmek isteyenler tarihe baksın" hatırlatmasında bulundu. Netice olarak... Önümüzdeki dönem "Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet" ilkesi etrafında dimdik duranların olacak. 2019'daki üç seçim, Allah'ın yardımı, milletin desteği ile geçildi mi Türkiye'yi kimse tutamaz...
Bana kalırsa bu şartların oluşmasındaki en önemli etken büyük burjuvazinin daha 2002'den başlayarak Akparti'yi hiç benimsememesidir. Doğrudur, 2007 sonrasında nispi bir yakınlaşma görülmüştür ama bu da bir benimsemeye, bir kontrata, bir kabullenmeye ve desteğe dönüşmemiştir. Zamanla da ipler büsbütün kopmuştur. Tersi iddia edilemez söylediklerimin.
2002'de kent burjuvazisi orduyla bütünlük içindeydi. Akparti'ye ordu kan kusturuyordu. Bu dönem 2007'ye kadar darbe arayışları ve Cumhuriyet mitingleriyle, 367 rezaletiyle sürdü. Ancak ondan sonra özel toplantılarda, özel görüşmelerde ve bilhassa giderek artansermaye kazançlarıyla Akparti sözel düzeyde nispeten benimsendi ama asla o kesimin oy desteğine kavuşmadı.
Artan oylar sağın kendi içindeki oy transferlerinden kaynaklandı. Tersi nasıl olacaktı? Akparti icraatta bulunuyordu, icraatında da Türkiye'nin Malezya, İran, Endonezya olacağına (!) dair 'işaretler' yoktu. Tersine İslami hassasiyetleri vurgulayan ama merkez sağ görüşlerle hareket eden bir parti vardır ortada ve karşı taraf kendi içine kapanmıştı.
Bu kapanma kendi diyalektik tepkisini üretti ve bugüne geldik. O nedenle Erdoğan'ın kendi tabanından öteye bakıp, kongrede, '80 milyon bizim muhibbimizdir' demesi hayati derecede önemlidir.
Umarım kent burjuvazisi bu defa önüne çıkan bu fırsatı kullanır. Bu 'yeni dönem'de yeni bir iletişim doğar, yeni köprüler kurulur, yeni kontratlar yapılır. Sadece Türkiye değil dünya da buna ihtiyaç içinde!...
Bunun ipuçlarını MKYK listelerinde ve bir adım sonra gerçekleşecek olan Bakanlar Kurulu listelerinde göreceğiz. Ama merak edilen hem AK Parti'nin kongre sloganında yer alan "değişim" önerisiyle ne kastettiği ve toplumun da değişim beklentisinden ne umduğuydu.
O kalabalığın arasında dolaşırken, bir AK Partilinin şu sözleri toplumdaki ruh halini özetliyordu: "On binleri buraya getiren millet sevdalısı Cumhurbaşkanımız ve ondan beklenen değişimdir. Neyin değişmesi gerektiğini bilmiyorum ama bir şeyler değişmeli..." Arena'nın içinde de "bir şeylerin değişmesi" gerektiğini söyleyen on binler vardı ve coşkuyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gelişi bekleniyordu.
İlk değişim sinyali AK Parti'nin Merkez Karar Yürütme Kurulu üyeleri listesiyle verildi. 50 kişilik MKYK'dan 19 isim değişmişti. Gidenler ve gelenler arasında önemli isimler vardı. Gelenler arasında yeni dönemin siyasi ruhuyla örtüşen bir yenileşme ve gençleşme dikkat çekiyordu. Yeniler arasında Süleyman Soylu, Mahir Ünal, Ethem Sancak, Hatice KübraÖztürk, Emrah Karayel öne çıkan isimlerdi.
Gidenler arasında ise Faruk Çelik, Nükhet Hotar, Mehmet Müezzinoğlu, Galip Ensarioğlu,Yasin Aktay, Şaban Dişli dikkat çeken isimlerdi.
Bu kongre, aslında Cumhuriyet tarihi boyunca siyasetin değişmeyen arayışı olan yeni bir siyasal sisteme geçişin ilk kongresiydi. Ve ilk kez, bu kongreyle vesayet sisteminin topluma dayattığı devlet- siyaset ayrımı bitiyor, Cumhurbaşkanı'nın "suni tarafsızlık" pozisyonu sona eriyordu. Siyaset normalleşiyordu. Bu tarihi bir andı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kongreyle partisine dönerek yeni bir dönemin kapısını açıyor ve bir tabuyu daha yıkıyordu.